İngilizce içindeki running ne anlama geliyor?
İngilizce'deki running kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte running'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki running kelimesi koşu, işletme, yönetme, idare etme, cerahatli, iltihaplı, art arda, peş peşe, çalışma, kaçakçılık, yayınlama, koşmak, koşmak, çalıştırmak, kullanmak, çalıştırmak, işletmek, çalıştırmak, yürütmek, çalışır halde olmak, koşma, koşu, koşu, gezinti, gezi, güzergah, çorap kaçığı, kaçık, dizi, sıra, seri, sayı, seçim kampanyası, balık göçü, parkur, baskı adedi, uzunluk, bahçe, nağmeleme, yoğun istek, yoğun talep, seyir, gidişat, genel tür, genel çeşit, koşuş, ishal, kaçmak, akmak, arkadaşlık etmek, göç etmek, yarışa katılmak, yarışmak, yarışı bitirmek, çalışmak, tırmanmak, yol almak, kaçmak, devam etmek, sürmek, uzanmak, yazılmak, aday olmak, yola çıkmak, geçmek, geçmek, akmak, dökülmek, kapsamak, içermek, akmak, duruma gelmek, haline gelmek, işlemek, basılmak, olmak, -e koşmak, -e gitmek, koşturmak, gezdirmek, koşturmak, yapmak, kovalamak, yarıştırmak, mal olmak, seyrini izlemek, döşemek, uzanmak, idare etmek, yönetmek, çalıştırmak, iletmek, hızla geçirmek, geçmek, durmadan geçmek, kaçakçılığı yapmak, basmak, işlemden geçirmek, aday göstermek, yönetmek, idare etmek, göze almak, hazırlamak, borçlanmak, eklemek, gezdirmek, sayfa başlığı, azalan, koşu ayakkabısı, meydan dayağı, musluk suyu, faal anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
running kelimesinin anlamı
koşunoun (jogging, footracing) (sporda) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Running is one of my favourite sports. Koşmayı hiç sevmem. |
işletmenoun (business: management) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The running of a family business can be difficult work. |
yönetme, idare etmenoun (household: operation) (ev) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He looked after the children and the running of the house. |
cerahatli, iltihaplıadjective (wound: discharging) (yara) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It was a horrible, oozing, running wound that bled for days. |
art arda, peş peşeadverb (in succession) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) They won the championship for five years running. |
çalışmanoun (machine: operation) (makina) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We can't stop the running of the power station. |
kaçakçılıknoun (smuggling) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Drug running is illegal, but often happens across the border. |
yayınlamanoun (publishing an advert, article) (reklam, makale) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The running of that advertisement was a bad decision by the editor. |
koşmakintransitive verb (sprint, jog) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) How fast can you run? ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Futbolcu çok hızlı koşuyordu. |
koşmaktransitive verb (cover a distance) (bir mesafeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He runs three miles every morning. |
çalıştırmaktransitive verb (operate a machine) (makina) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Do you know how to run a gas generator? |
kullanmak, çalıştırmaktransitive verb (maintain) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) It costs more and more to run this car each year. Bu arabayı kullanmak, her geçen yıl daha da pahalı hale gelmektedir. |
işletmek, çalıştırmaktransitive verb (maintain a business) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Gina runs a gluten-free bakery in California. |
yürütmektransitive verb (computer, etc.: use) (bilgisayar programı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Abby runs three computers at the same time in her office. |
çalışır halde olmakintransitive verb (operate, work) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Maria left the computer program to run overnight. |
koşma, koşunoun (jog) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I'm going for a run. Koşuya çıkıyorum. |
koşunoun (race) (yarış) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We're organizing a run for charity this weekend. Bu haftasonu, yardım kuruluşu yararına bir koşu düzenleyeceğiz. |
gezinti, gezinoun (short trip) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Let's go for a run in the country. |
güzergahnoun (route) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The Paddington to Penzance run is almost six hours long. |
çorap kaçığı, kaçıknoun (US (tights, stockings: rip) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I have a run in my tights. Çorabımda kaçık var. |
dizi, sıranoun (series) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We've had quite a run of bad luck lately. ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Son günlerde yaşanan olaylar dizisi herkesi çok şaşırttı. |
serinoun (series of cards) (iskambil) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A "run" in cards is a sequence of the same suit. |
sayınoun (cricket, baseball: score) (spor) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They scored twelve runs in the first over. |
seçim kampanyasınoun (election campaign) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) His run for office ended in failure. |
balık göçünoun (fish: migration) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He's gone up to Alaska for the salmon run. |
parkurnoun (track) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They built a new bobsled run for the Olympics. |
baskı adedinoun (print run) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This book will have a run of 10,000 copies. |
uzunluknoun (length) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You'll need a two-metre run of cable. |
bahçenoun (fenced area) (çitle çevrili alan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They put up a chicken run in the back yard. |
nağmelemenoun (music: roulade) (müzik) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He played the run beautifully. |
yoğun istek, yoğun talepnoun (strong demand) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We've had a run on these teapots since they went on special offer. |
seyir, gidişatnoun (direction of change) (olay, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The run of events has not been favourable. |
genel tür, genel çeşitnoun (typical kind) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She's different from the typical run of candidates. |
koşuşnoun (dash) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) His run for the bus was clearly pointless - he was much too far away to stand a chance of catching it. |
ishalplural noun (slang (diarrhoea) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Those greasy tacos I ate at 2 in the morning gave me the runs. |
kaçmakintransitive verb (flee) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Run for your lives! |
akmakintransitive verb (spread) (renk, mürekkep, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Her tears fell on the letter and made the ink run. Don't wash that new shirt with the sheets, the colour will run. |
arkadaşlık etmekintransitive verb (informal (keep company with) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He runs around with the wrong kind of people. |
göç etmekintransitive verb (migrate) (balık) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The salmon run in the spring. |
yarışa katılmak, yarışmakintransitive verb (race) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He likes to run in competitions. |
yarışı bitirmekintransitive verb (horse racing: finish) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) My horse ran third. |
çalışmakintransitive verb (transport: be in action) (otobüs, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The bus runs every day but Sunday. |
tırmanmakintransitive verb (climb) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) We're trying to get the roses to run along the trellis. |
yol almakintransitive verb (sail) (gemi ile) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) We ran along the shore before pulling into the port. |
kaçmakintransitive verb (thread: unravel) (çorap, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) My stockings are starting to run. |
devam etmek, sürmekintransitive verb (continue) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The programme runs for two years. |
uzanmakintransitive verb (extend) (iki yer arasında) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The cable runs between the walls. |
yazılmakintransitive verb (be worded) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The agreement runs as follows... Sözleşme şu şekilde yazılmış: |
aday olmakintransitive verb (stand for office) (seçimlerde) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He's running for the presidency. |
yola çıkmakintransitive verb (transport: depart) (otobüs, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) When does the bus run? |
geçmekintransitive verb (travel) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The highway runs along the valley. |
geçmekintransitive verb (glide, pass freely) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The cable runs through this pulley. |
akmakintransitive verb (flow strongly) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The blood ran down his back. |
dökülmekintransitive verb (empty) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The wastewater runs into the gutter. |
kapsamak, içermekintransitive verb (range) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Our product line runs from basic to luxury. |
akmakintransitive verb (discharge fluid) (gözyaşı, burun, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) His eyes ran with tears. |
duruma gelmek, haline gelmekintransitive verb (become) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The tap ran dry. |
işlemekintransitive verb (business, etc.: operate) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) It requires a lot of energy to keep this business running. |
basılmakintransitive verb (be printed) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The ad will run in tomorrow's paper. |
olmakintransitive verb (be of a given dimension) (küçük, büyük, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Peaches are running small this season. |
-e koşmak, -e gitmek(figurative, informal (have recourse to) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He always runs to the teacher if you make fun of him. |
koşturmak(go to, hurry to) (bir yere/şeye) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Will you run to the shops with me? |
gezdirmek(glide over) (ellerini bir şeyin üzerinde, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Larry let his fingers run across the tactile surface of the sculpture. |
koşturmaktransitive verb (livestock: make run) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) It's time to run the cattle to their new pasture. |
yapmaktransitive verb (errand) (getir götür işleri) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I have a few errands to run. |
kovalamaktransitive verb (chase) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The dogs were running a fox. |
yarıştırmaktransitive verb (make compete) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He runs greyhounds on the weekends. |
mal olmaktransitive verb (cost) (servete, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That new roof could run you several thousand. |
seyrini izlemektransitive verb (follow) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We should just let events run their course. |
döşemektransitive verb (extend) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) They ran a telegraph cable under the Atlantic. |
uzanmaktransitive verb (traverse) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The mountain range runs over half the country. |
idare etmek, yönetmektransitive verb (act unsupervised) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She is quite capable of running the whole firm alone. |
çalıştırmaktransitive verb (cause to ply a route) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) They should run a bus to this town. |
iletmektransitive verb (convey) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Can you run this letter to the post office? |
hızla geçirmektransitive verb (pass quickly) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She ran a brush through her hair. Rob ran a hand through his thick, dark hair. |
geçmek, durmadan geçmektransitive verb (get past) (kırmızı ışıkta, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The police stopped him for running a red light. |
kaçakçılığı yapmaktransitive verb (smuggle) (sigara, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They used to run alcohol across the border during Prohibition. |
basmaktransitive verb (print, publish) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) All the papers are running the story about the political scandal this morning. This magazine runs a lot of ads for cars. |
işlemden geçirmektransitive verb (process) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Let's run the numbers and see if it will work. The computer seems to be running the program without a problem. |
aday göstermektransitive verb (sponsor a candidate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The party wanted to run her for the senate seat. |
yönetmek, idare etmektransitive verb (manage) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Helen is the one who really runs the office. |
göze almaktransitive verb (expose yourself to danger) (tehlike, risk, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We don't want to run the risk of being sued. |
hazırlamaktransitive verb (let liquid flow) (banyo) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Let me run you a bath. |
borçlanmaktransitive verb (accumulate a debt) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He runs a tab at the local bar. This business has been running a large overdraft for the last year. |
eklemektransitive verb (add to an account) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Can you run it to my tab? |
gezdirmek(glide over) (ellerini bir şeyin üzerinde, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She ran her fingers over the fine silk. |
sayfa başlığınoun (title at top of a book's pages) (kitap) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
azalanadjective (depleted, in short supply) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I have to make a trip to the grocery store because I'm running out of milk. |
koşu ayakkabısınoun (often plural (trainer, sneaker) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I don't know why running shoes need to be so expensive. |
meydan dayağınoun (historical (two rows of soldiers attacking [sb]) (askeri) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Running the gauntlet used to be a military punishment. |
musluk suyunoun (water available on tap) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) People who don't have running water have to rely on wells for their water supply. |
faaladjective (active, in operation) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
İngilizce öğrenelim
Artık running'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
running ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.