İngilizce içindeki lay ne anlama geliyor?

İngilizce'deki lay kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte lay'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki lay kelimesi yaymak, sermek, atmak, yüklemek, yumurtlamak, döşemek, laik, ruhbanlık sınıfından olmayan, meslekten olmayan, seks partneri, sevişme, seks yapma, şiir, şarkı, yumurtlamak, döşemek, kurmak, bahis oynamak, bahse girmek, yalan, palavra, yalan söylemek, yatmak, uzanmak, dağılmak, olmak, gömülü olmak, yatmak, bulunmak, dayanmak, -e ait olmak, konum, değişmeden kalmak, yaslanıp oturmak, bakımsız bırakmak, biriktirmek, bırakmak, koymak, yatmak, stoklamak, işten çıkarmak, uzak durmak, rahat bırakmak, bırakmak, abartmak, sürmek, üstüne sürmek, düzenlemek, açıklamak, harcamak, yere sermek, hazırlamak, yatağa düşürmek, depolamak, doka sokmak, duraklamak, kavramak, anlamak, tutmak/yakalamak, hak iddia etmek, patronluk taslamak, dokunmak, ele geçirmek, saldırmak, azarlamak, açık söylemek, açık konuşmak, yere sermek, coğrafi özellikler, bırakmak, üstüne koymak, harap etmek, konaklama tesisi, sofrayı kurmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

lay kelimesinin anlamı

yaymak, sermek

transitive verb (place horizontally)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He usually lays the plans on the table.
Genellikle planları masanın üzerine yayar.

atmak, yüklemek

(blame, stress: assign)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He would usually lay the blame on his sister.
Sıklıkla suçu kız kardeşinin üzerine atardı.

yumurtlamak

transitive verb (produce: egg)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
A hen can lay a few eggs per week, I think.
Sanırım, tavuklar haftada birkaç kez yumurtlar.

döşemek

transitive verb (floor: cover) (parke, halı, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He laid lino in the hall.

laik

adjective (not religious)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
This is a lay organisation, with no connection to any religion.

ruhbanlık sınıfından olmayan

adjective (not member of a religious order)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The priest was on the altar with three lay people, who would help with Holy Communion.

meslekten olmayan

adjective (not professional)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I'm not a doctor, just a lay person.

seks partneri

noun (slang, vulgar (sexual partner)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Yeah, she was a good lay.

sevişme, seks yapma

noun (slang, vulgar (sexual intercourse)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I hope I get a lay tonight, I am so randy.

şiir

noun (historical (medieval poem)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
"The Lay of the Last Minstrel" is a poem by Sir Walter Scott.

şarkı

noun (historical (medieval song)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
She sang us a beautiful lay from centuries ago.

yumurtlamak

intransitive verb (produce eggs) (yumurta)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That hen does not lay any more.

döşemek, kurmak

transitive verb (install)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The contractors came in to lay the foundation to the building.

bahis oynamak

transitive verb (place a bet)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He laid fifty dollars on the horse.

bahse girmek

transitive verb (bet) (birisiyle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'll lay you ten to one that he wasn't there at all.

yalan, palavra

noun ([sth] not true)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The lie got him in trouble when his boss found out the truth.
Yalanı ortaya çıkınca patronu ile başı derde girdi.

yalan söylemek

intransitive verb (not tell the truth)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She lied to her parents about where she was on Friday night.
Cuma gecesi nerede olduğuna dair anne ve babasına yalan söyledi.

yatmak, uzanmak

intransitive verb (recline)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
If I lie on the sofa, I'll fall asleep.

dağılmak

intransitive verb ([sth]: be spread out)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Toys were lying all over the bedroom floor.

olmak

intransitive verb (item: be, stay)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
His book lay on the table unread.

gömülü olmak, yatmak

intransitive verb (be buried)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Her body lies in that cemetery.

bulunmak

intransitive verb (be situated)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The house lies in the valley.

dayanmak

intransitive verb (be found) (gerçeğe, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The student's lack of focus is where the problem lies.

-e ait olmak

(be attributable to) (sorumluluk, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The responsibility for the decision lies with the manager.

konum

noun (position, arrangement)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It's important to familiarize yourself with the lie of the land. Audrey adjusted the lie of the rug.

değişmeden kalmak

intransitive verb (remain unchanged)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Just let this matter lie. We don't want to cause any problems.

yaslanıp oturmak

phrasal verb, intransitive (slang (recline)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I love to lay back and relax in my new easy chair.

bakımsız bırakmak

phrasal verb, intransitive (US (crop: leave untended)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After the farmer was evicted from his land, the corn was left to lay by.

biriktirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (US (money: save up)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

bırakmak

phrasal verb, transitive, separable (surrender, give up: weapons) (silah)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The President pleaded with the terrorists to lay down their arms.

koymak

phrasal verb, transitive, separable (establish: law, rules, etc.) (kural, kanun)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Good parenting involves laying down clear rules.

yatmak

phrasal verb, intransitive (informal (recline, lie down)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm tired; I'm going to lay down on the bed for an hour.

stoklamak

phrasal verb, transitive, separable (US (store for later use)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I am laying in plenty of food and drink for the Christmas period.

işten çıkarmak

phrasal verb, transitive, separable (make redundant)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The current economic crisis has led many companies to lay off some of their employees.

uzak durmak

phrasal verb, intransitive (slang (stop bothering [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've had a bad day. Just lay off!

rahat bırakmak

phrasal verb, transitive, inseparable (slang (stop bothering: [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Lay off your sister for five minutes, would you? You've teased her enough.

bırakmak

phrasal verb, transitive, inseparable (slang (stop indulging in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He needs to lay off the booze for a while.

abartmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (exaggerate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Your brother can really lay on the drama!

sürmek, üstüne sürmek

phrasal verb, transitive, separable (apply)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The builder laid the plaster on with a trowel.

düzenlemek

phrasal verb, transitive, separable (arrange, set out)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Before packing his bag for the trip, he carefully laid out the clothes he wanted to take.

açıklamak

phrasal verb, transitive, separable (explain, present: a plan)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
During the murder trial, the prosecutors carefully laid out the state's case against the defendant.

harcamak

phrasal verb, transitive, separable (informal (spend: money)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Her father will have to lay out a lot of money to pay for her wedding.

yere sermek

phrasal verb, transitive, separable (slang (punch, knock over)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
His punch laid his opponent out and he won the boxing match.

hazırlamak

phrasal verb, transitive, separable (prepare body for funeral)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The funeral home is going to lay my dead aunt out for viewing tomorrow.

yatağa düşürmek

phrasal verb, transitive, separable (informal, often passive (confine to bed)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
A bad dose of flu can lay you up for several days.

depolamak

phrasal verb, transitive, separable (US (store for future use)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We need to lay up plenty of firewood for the winter.

doka sokmak

phrasal verb, transitive, separable (vessel: put in dock) (gemi)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

duraklamak

phrasal verb, intransitive (US (make a stopover) (bir yerde)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Maggie will lay over in Chicago before continuing on to Portland.

kavramak, anlamak

verbal expression (informal, figurative (become familiar with [sth]) (bir şeyin işleyişini, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

tutmak/yakalamak

verbal expression (informal (hit, harm)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I would never lay a hand on my children; I don't believe in corporal punishment.

hak iddia etmek

verbal expression (claim ownership of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He laid claim to the house and the surrounding land.

patronluk taslamak

verbal expression (enforce rules)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My mom laid down the law; if I choose to smoke I can't live at home.

dokunmak

verbal expression (person: heal by touch)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After the preacher laid hands on him he began to walk without his crutches.

ele geçirmek

verbal expression (informal, figurative (obtain: [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'll bring you that CD just as soon as I can lay my hands on it.

saldırmak

(informal (attack)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The attacker laid into his victim with several punches to the head.

azarlamak

(informal (criticize)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Kate laid into her husband for arriving late.

açık söylemek, açık konuşmak

verbal expression (figurative, informal (speak frankly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The CEO laid it on the line: "The business needs to reform or it will face dire consequences."

yere sermek

verbal expression (overcome, incapacitate) (birisini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

coğrafi özellikler

noun (geographical features)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
When hillwalking, be guided by the lay of the land.

bırakmak

verbal expression (slang (stop doing) (yapmayı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I wish my friends would lay off teasing me about my friendship with James.

üstüne koymak

(put on top)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He laid his coat on the arm of the chair.

harap etmek

verbal expression (devastate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The earthquake laid waste to the already devastated country.

konaklama tesisi

noun (UK (vehicle rest stop)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There is a lay-by coming up in about one-hundred meters.

sofrayı kurmak

verbal expression (lay place settings for a meal)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My mother asked me to set the table whilst she cooked our dinner.

İngilizce öğrenelim

Artık lay'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

lay ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.