İngilizce içindeki out of danger ne anlama geliyor?
İngilizce'deki out of danger kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte out of danger'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki out of danger kelimesi dışarı, dışarıya, dışarı, dışarıya, yok, kapalı, sönmüş, çıkmak, out, dışarıda, -den dışarı, imkansız, olanaksız, modası geçmiş, eskimiş, eski püskü, hatalı, yanlış, yok, mazaretli, dışarıda, baygın, bitmeden, giden, ilk dokuz, müsait değil, çıkmış, piyasaya çıkmış, vizyona girmiş, vizyondaki, gösterime girmiş, gösterimdeki, açmış, eşcinselliğini ilan etmiş, men edilmiş, sonuna kadar, dışa, dışarıya, ortaya, meydana, dışarı, dışarı, dışarıya, oluşmak, arasından, içinden, yüksek sesle, çok, üzerini, tamam, çizgi dışına, , mazeret, oyun dışına alma, kaybetmiş, dışarıya, ilan etmek, açıklamak, ortaya çıkarmak, meydana çıkarmak, sahnelemek, yaramazlık yapmak, çıkma teklif etmek, dengelenmek, ortalamasını almak, vazgeçmek, sözünden dönmek, caymak, vazgeçmek, paraşütle atlamak, mali sıkıntıdan kurtarmak, mali sıkıntıdan kurtarmak, kurtarmak, suyu boşaltmak, ilişiğini kesmek, yarı yolda bırakmak, dengelenmek, çabucak yazmak, hemen yazmak, doğrulamak, desteklemek, ritim tutmak, hezimete uğratmak, (şarkı, vb.) bağırarak söylemek, karartmak, karartma yapmak, bilincini kaybetmek, bilincini yitirmek, karartmak, unutmak, beyni durmak, taslak yapmak, özetlemek, kapatmak, unutmaya çalışmak, söndürmek, ekmek, satmak, ağzından kaçırmak, dibe vurmak, -den çekilmek, yayılmak, branşlaşmak, kaçmak, -den kaçmak, başlamak, sivilcelenmek, kurdeşen çıkarmak, kaçırmak, nefes vermek, soluk vermek, çıkarmak, ortaya çıkarmak, vurgulamak, yayınlamak, voltaj düşmek, kendi kendine sönmek, yıpranmak, çok yorulmak, birden ortaya çıkmak, aniden çıkmak, çıkmak, çıkmak, aniden belirmek, firar etmek, alışılmadık biçimde yapmak, almak, kendi işine bakmak, tamamını satın almak, bütün hisselerini satın almak, meydan okumak, dışarıda kamp yapmak, geçici süreyle oturmak, etkisiz hale getirmek, iptal etmek, yapmak, gerçekleştirmek, yaramazlık, alabildiğine, tam, ileri gelmek, görünen o ki, gürültü yapmak, biplemek, engellemek, bloke etmek, zihninden uzaklaştırmak, alem, lastik patlaması, lastik patlağı, hızla çıkmak, hızla çıkmak, doğrulanmış, firar, hapisten kaçma, başarılı, muvaffak, (hastalık) salgın, -den inmek, yanmış, çok yorgun, kaçmasına yardım etmek, şirket satın alma, davet etmek, meydan okumak, servis ziyareti, eve servis, eve götürmek, paket anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
out of danger kelimesinin anlamı
dışarı, dışarıyaadverb (to the outside) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'm just going out to the garage. Garaja gitmek için dışarı çıkıyorum. |
dışarı, dışarıyaadverb (away: from home, etc.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He's gone out for a walk. Yürüyüş için dışarı çıktı. |
yokadjective (absent) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I'm afraid the doctor is out. |
kapalıadjective (not switched on) (açık olmayan) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The lights are out. Işıklar kapalıdır. |
sönmüşadjective (fire: extinguished) (ateş) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Make sure the fire is out before you go to sleep. |
çıkmakadjective (visible) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The sun's out. Güneş çıktı. |
out, dışarıdaadjective (racket sports: out of bounds) (tenis, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The umpire called the ball out. |
-den dışarıpreposition (mainly US (out of: movement away from) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) She walked out the house. Evden dışarı çıktı. |
imkansız, olanaksızadjective (beyond consideration) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The trip to the beach is out, but we still have time for some shopping. |
modası geçmişadjective (slang (not fashionable) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Baggy jeans are out this year. |
eskimiş, eski püsküadjective (informal (threadbare, worn through) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) All the knees of his jeans were out. |
hatalı, yanlışadjective (informal (inaccurate) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Your calculations are out by about a hundred pounds. |
yokadjective (informal (lacking) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You can't borrow any sugar, I'm afraid: we're out. |
mazaretliadjective (informal (unable to participate) (bir şeye katılamayan) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Maureen's out because of her bad leg. |
dışarıdaadjective (not at work) (işte olmamak) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'm afraid the manager is out at the moment. |
baygınadjective (informal (unconscious) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He was out for a full five minutes after the accident. |
bitmedenadjective (UK (time period: ended) (hafta, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'll get this work back to you before the week is out. |
gidenadjective (outbound) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The out train stops on the far platform. |
ilk dokuzadjective (golf: of the first nine holes) (golfte ilk delikler) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He played very well on the out holes. |
müsait değiladjective (unavailable) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You can't talk to him. He's out. |
çıkmış, piyasaya çıkmışadjective (informal (published) (roman, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Her new novel is out. |
vizyona girmiş, vizyondaki, gösterime girmiş, gösterimdekiadjective (informal (film, etc.: released) (film, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Is that new Spielberg film out yet? |
açmışadjective (flowers: in bloom) (çiçek) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The daffodils are out early this year. |
eşcinselliğini ilan etmişadjective (informal, figurative (openly gay) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She's not out to her parents yet. |
men edilmişadjective (ejected, disqualified) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You broke the rules; you're out! |
sonuna kadaradverb (used in expressions (to the finish) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Please hear me out, at least. |
dışa, dışarıyaadverb (used in expressions (outwards) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Let's spread out. |
ortaya, meydanaadverb (used in expressions (into public awareness) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) They put the word out that the Senator was going to resign. |
dışarıadverb (used in expressions (into society) (hapishaneden) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He's been in jail for a year but gets out next week. |
dışarı, dışarıyaadverb (used in expressions (not present) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'm afraid he's gone out for a moment. |
oluşmakadverb (used in expressions (into existence) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A rash broke out on his neck. |
arasından, içindenadverb (used in expressions (from what is available) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Pick out your favourites and I'll buy them for you. |
yüksek sesleadverb (aloud) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Please read the text out to the rest of the class. |
çokadverb (used in expressions (thoroughly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'm tired out after all that shopping! |
üzeriniadverb (used in expressions (obliterating) (çizmek, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) They scratched out the old number. |
tamamadverb (radio: done) (telsiz konuşması) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'll talk to you again tomorrow. Over and out. |
çizgi dışınaadverb (sports: out of bounds) (spor) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) She hit the ball out. |
adverb (baseball, cricket: ending a turn) He was tagged out at first base. |
mazeretnoun (figurative, informal (excuse, escape) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We should look for an out in case this plan fails. |
oyun dışına almanoun (baseball: getting player out) (oyuncuyu) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In baseball, it's an out if the batter pitches with one foot outside the box. |
kaybetmişpreposition (short by: an amount) (para, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) We're out thirty dollars and we've only just started. |
dışarıyapreposition (US (movement from inside to outside) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) She walked out the door. Kapıdan dışarıya çıktı. |
ilan etmek, açıklamaktransitive verb (slang (reveal as gay) (eşcinsel olduğunu) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The famous actor was outed by the tabloids. |
ortaya çıkarmak, meydana çıkarmaktransitive verb (slang (reveal or expose: as [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The speaker outed him as the author of the controversial report. |
sahnelemekphrasal verb, transitive, separable (enact, perform) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Edward and Diana acted out the first scene of the play. On the training course, employees were asked to work in pairs and act out common workplace scenarios. |
yaramazlık yapmakphrasal verb, intransitive (US (misbehave) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The children are acting out. |
çıkma teklif etmekphrasal verb, transitive, separable (invite on a date) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He asked her out. |
dengelenmekphrasal verb, intransitive (become even or level) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The extremes will eventually average out to something middling. |
ortalamasını almakphrasal verb, transitive, separable (calculate average) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We averaged out the scores from the two tests. |
vazgeçmekphrasal verb, intransitive (withdraw involvement) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) At the last minute, the investors backed out. |
sözünden dönmek(promise: break) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The couple buying our house backed out of the purchase at the last minute. |
caymak(withdraw from) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sue backed out of helping us paint the house. |
vazgeçmekphrasal verb, intransitive (informal, figurative (abandon [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We were planning a party, but almost everybody bailed out. |
paraşütle atlamakphrasal verb, intransitive (jump from plane) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The pilot bailed out just before his plane hit the trees. |
mali sıkıntıdan kurtarmakphrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (help with money) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The government bailed out many large banks during the recession. |
mali sıkıntıdan kurtarmakphrasal verb, transitive, separable (help with money) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A relative bailed Ian out with a loan. |
kurtarmakphrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (rescue) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You can't expect your big brother to bail you out whenever you have a problem. |
suyu boşaltmakphrasal verb, transitive, separable (boat: empty water) (tekne, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The canoe is so full of water, it's about to sink; time to bail it out! |
ilişiğini kesmekphrasal verb, transitive, inseparable (informal, figurative (end involvement) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Eric bailed out of the project when the firm didn't pay him. |
yarı yolda bırakmak(informal, figurative (abandon: [sb]) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) James bailed out on Chris and left him to do all the work on his own. |
dengelenmekphrasal verb, intransitive (equalize, become even) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Advertising costs money but increases revenue, so over all it balances out. |
çabucak yazmak, hemen yazmakphrasal verb, transitive, separable (informal (produce rapidly) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) George banged out the letter as quickly as he could on the computer. |
doğrulamakphrasal verb, transitive, separable (confirm: a fact) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) These figures bear out the fact that more children are becoming obese nowadays. |
desteklemekphrasal verb, transitive, separable (support: [sb]'s assertion) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He said it was a job for younger men, and the statistics bear him out. |
ritim tutmakphrasal verb, transitive, inseparable (strike: a rhythm) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Rufus began beating out a rhythm on the drums. |
hezimete uğratmakphrasal verb, transitive, separable (US, informal (outdo competitor) (rakibi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The other team beat us out for the championship. |
(şarkı, vb.) bağırarak söylemekphrasal verb, transitive, separable (informal (sing loudly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I like to belt out pop songs when I drive. |
karartmakphrasal verb, transitive, separable (obscure [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) During times of war, many civilians have to black out their windows so the enemy won't know where to bomb. |
karartma yapmakphrasal verb, transitive, separable (city, house: turn off lights) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The entire city had to be blacked out when the air raid siren sounded. |
bilincini kaybetmek, bilincini yitirmekphrasal verb, intransitive (informal (lose consciousness) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The head injury during the car accident caused him to black out. |
karartmakphrasal verb, transitive, separable (cover up) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I blanked out the student's name on the test before I made copies for the class. |
unutmakphrasal verb, transitive, separable (informal (forget) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
beyni durmakphrasal verb, intransitive (informal (not remember) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When I tried to remember my client's name, I just blanked out. |
taslak yapmakphrasal verb, transitive, separable (artist: draw rough shapes) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The artist begins the drawing by blocking out a rough sketch. |
özetlemekphrasal verb, transitive, separable (figurative (outline or plan roughly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The writer starts by blocking out her story. |
kapatmakphrasal verb, transitive, separable (shut out, exclude, block) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Suddenly there was a gust of wind and a dark cloud blotted out the sun. |
unutmaya çalışmakphrasal verb, transitive, separable (figurative (forget) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She tried to blot out the memory of his murder. |
söndürmekphrasal verb, transitive, separable (extinguish) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She blew out the candles on her birthday cake. |
ekmek, satmakphrasal verb, transitive, separable (UK, slang, figurative (reject) (birisini) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) A well-known movie star spent the night chasing after her, but she blew him out. |
ağzından kaçırmakphrasal verb, transitive, separable (say on impulse) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) To his mother's horror, he blurted out all the details of her illness. |
dibe vurmakphrasal verb, intransitive (reach lowest point) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It appears that the recession has bottomed out, and we are seeing an improvement in economic conditions. Drug addicts may have to bottom out before they accept that they need help. |
-den çekilmekphrasal verb, intransitive (figurative, informal (withdraw) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Williams had to bow out of the race after suffering a leg injury. |
yayılmakphrasal verb, intransitive (figurative (business: expand) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The company is branching out to South East Asia. |
branşlaşmakphrasal verb, intransitive (figurative (develop diverse interests) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The business has recently branched out into providing other services. |
kaçmakphrasal verb, intransitive (escape) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The prisoners broke out and managed to get past the guards. |
-den kaçmak(escape) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The prisoner broke out of jail by digging a tunnel. |
başlamakphrasal verb, intransitive (war, disease, chaos: begin) (savaş, hastalık, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The restaurant was calm until a thrown bottle caused a fight to break out. |
sivilcelenmekphrasal verb, intransitive (develop spots on skin) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) I ate too much sugar and now I'm breaking out. My face broke out right before my date with Steve! |
kurdeşen çıkarmakphrasal verb, intransitive (rash, etc.: develop on skin) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A rash broke out on Alice's face after she used the lotion. |
kaçırmakphrasal verb, transitive, separable (set [sb] free) (birisini bir yerden) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) One of the gang members was in jail, so the others broke him out. |
nefes vermek, soluk vermekphrasal verb, intransitive (exhale) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The doctor asked the patient to breathe out slowly. |
çıkarmakphrasal verb, transitive, separable (exhale) (dumanı, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Carlos lit a cigarette and breathed the smoke out through his nostrils. |
ortaya çıkarmakphrasal verb, transitive, separable (elicit) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) A squirt of fresh lemon will bring out the flavor of that grilled salmon. |
vurgulamakphrasal verb, transitive, separable (figurative (emphasize) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) That eye shadow brings out the blue in your eyes. |
yayınlamakphrasal verb, transitive, separable (informal (publish, release) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) J.K.Rowling brought out her first novel at the age of 31. |
voltaj düşmekphrasal verb, intransitive (US (electricity: be reduced) (elektrik) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The high use of air conditioners during the heat waves caused the electricity to brown out. |
kendi kendine sönmekphrasal verb, intransitive (candle, bulb: be used up) (mum, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The candle has completely burnt out. |
yıpranmak, çok yorulmakphrasal verb, intransitive (figurative (person: suffer overexhaustion) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Derek burnt out after working for so many months without a break. |
birden ortaya çıkmakphrasal verb, intransitive (spring out) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Max opened the wardrobe door and his children burst out, shouting, "Surprise!" |
aniden çıkmak(spring out) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He burst out from behind the wall, surprising everyone leaning against it. |
çıkmakphrasal verb, intransitive (emerge, break out) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) It was springtime, and flowers were bursting out all over the meadows. |
çıkmak(emerge, break out) (bir şeyden, bir yerden) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The chick finally burst out of its shell. |
aniden belirmekphrasal verb, intransitive (figurative (occur suddenly) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Spring is bursting out all over the place! |
firar etmekphrasal verb, intransitive (US, slang (escape from somewhere) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Even if they could bust out of the old jail, there was nowhere to hide on the island. |
alışılmadık biçimde yapmakphrasal verb, intransitive (US, slang (do [sth] in unconventional way) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
almakphrasal verb, transitive, separable (US, slang (take out for use) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Let's bust out a bottle of the good wine for our anniversary! |
kendi işine bakmakphrasal verb, intransitive (US, slang (mind your own business!) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I don't want to talk about it, so butt out! |
tamamını satın almakphrasal verb, transitive, separable (purchase entire stock) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We bought out the store's entire stock of the product. |
bütün hisselerini satın almakphrasal verb, transitive, separable (take over ownership of) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The company intends to buy out the rival firm. |
meydan okumakphrasal verb, transitive, separable (informal (challenge) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The interviewer called the MP out when he spouted false statistics. |
dışarıda kamp yapmakphrasal verb, intransitive (stay in tent) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We camped out in the forest. |
geçici süreyle oturmakphrasal verb, intransitive (figurative (live temporarily) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I camped out in the living room so I could watch TV. |
etkisiz hale getirmekphrasal verb, transitive, separable (counteract, make ineffective) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
iptal etmekphrasal verb, transitive, separable (charge: make void) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
yapmakphrasal verb, transitive, separable (perform, conduct) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The army sometimes carries out mountain rescues in this area. |
gerçekleştirmekphrasal verb, transitive, separable (bring to fruition) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The executor of a will carries out the wishes of the deceased. |
yaramazlıknoun (US (child: misbehaviour) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The child was punished for his acting out. |
alabildiğineadverb (totally, to the utmost) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Andrew was trying all out to defeat his opponent. |
tamadjective (total, full-scale) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She was so upset she threw an all-out tantrum in the middle of the store. |
ileri gelmek(result) (birşeyden) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Several complications arose from the surgery. |
görünen o kiadverb (as has transpired) The candidate I offered the job to is, as it turns out, my boss's cousin! |
gürültü yapmak(sound very loudly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The longer the traffic waited, the more the car horns blasted out. |
biplemektransitive verb (informal (words: replace) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) When the man mentioned his victim's name in a TV interview, they bleeped him. |
engellemek, bloke etmek(light: keep out) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They hung thick dark curtains to block the sunlight out. |
zihninden uzaklaştırmak(figurative (refuse to listen, think) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Some people abuse drugs or alcohol to block out bad memories. |
alemnoun (slang (gorging, binge) (çok yemek/içmek) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My friends and I had a blowout on pizza and ice-cream. |
lastik patlaması, lastik patlağınoun (informal (punctured tire) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I was driving along the road when I had a blowout; I must have run over something. |
hızla çıkmak(exit rapidly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Lucy left the front door open and her labrador bolted out. |
hızla çıkmakverbal expression (exit rapidly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The spooked horse bolted out of the barn. |
doğrulanmışadjective (confirmed) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Our suspicions were borne out when the murderer suddenly confessed. |
firar, hapisten kaçmanoun (escape from jail) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The breakout at the jail was captured on video. |
başarılı, muvaffakadjective (successful) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Her first breakout hit came in 2006. |
(hastalık) salgınnoun (disease: outbreak) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Authorities have reported a breakout of cholera in the area. |
-den inmek(exit unceremoniously) (tren, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The train pulled up at the platform and all the passengers bundled out. |
yanmışadjective (gutted by fire) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The burned-out warehouse had to be torn down and rebuilt from scratch. |
çok yorgunadjective (figurative (person: overworked, exhausted) (kişi) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I'm totally burned out - I need a vacation badly, or at least a few days off. |
kaçmasına yardım etmek(US, slang (help to escape) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) His friends will bust him out of jail. |
şirket satın almanoun (purchase of a company) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) News of the huge buyout sent stock prices down. |
davet etmek(request visit) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Paul's elderly mother was unwell, so he called the doctor out. |
meydan okumakverbal expression (informal (challenge: on [sth] said, done) (birisine bir konuda) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Julia called her uncle out on his offensive remarks. |
servis ziyaretinoun (service visit) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) As an emergency plumber, Jason often had to attend call-outs at the weekends. |
eve servisnoun as adjective (relating to a call-out) Emergency plumbers charge enormous call-out fees. |
eve götürmek(informal (food: take away) (yemek) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Everything on the menu is also available to carry out. |
paketnoun (takeaway food) (yemek) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My favorite Chinese restaurant does really quick carryout. |
İngilizce öğrenelim
Artık out of danger'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
out of danger ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.